enaniyet ne demek?

  1. Bencillik.
  2. (Enaniyyet) Benlik. Kendine güvenmek, gurur. Hodbinlik. Sadece kendine taraftarlık. Her yaptığı işi kendinden bilmek.(Gök, zemin, dağ, tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddit vücuhundan bir ferdi, bir vechi, "Ene" dir. Evet "Ene" , zaman-ı Adem'den şimdiye kadar alem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i tuba ile, müthiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir. Şu azim hakikata girişmeden evvel, o hakikatın fehmini teshil edecek bir mukaddime beyan ederiz. Şöyle ki:Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyyenin anahtarı olduğu gibi, kainatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene, mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kainat tılsımını ve alem-i vücubun künuzunu dahi açar. Şu mes'eleye dair "Şemme" isminde bir risale-i Arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki:Alemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kainat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle, insana ene namında öyle bir miftah vermiş ki; alemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kainat'ın künuz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. Eğer onun hakiki mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse; kendisi açıldığı gibi kainat dahi açılır. Şöyle ki:Sani-i Hakim, insanın eline emanet olarak Rububiyyetinin sıfat ve şuunatının hakikatlarını gösterecek işaret ve nümuneleri cami' bir ene vermiştir. Ta ki; o ene, bir vahid-i kıyasi olup, evsaf-ı rububiyyet ve şuunat-ı Uluhiyyet bilinsin. Fakat vahid-i kıyasi, bir mevcud-u hakiki olmak lazım değil. Belki, hendesedeki farazi hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vahid-i kıyasi teşkil edilebilir. İlim ve tahakkukla hakiki vücudu lazım değildir.Sual : Niçin Cenab-ı Hakk'ın sıfat ve esmasının marifeti, enaniyete bağlıdır?Elcevab: Çünki mutlak ve muhit bir şey'in hududu ve nihayeti olmadığı için, ona bir şekil verilmez ve üstüne bir suret ve bir taayyün vermek için hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Mesela: Zulmetsiz daimi bir ziya, bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakiki veya vehmi bir karanlık ile bir hat çekilse, o vakit bilinir. İşte Cenab-ı Hakk'ın, ilim ve kudret, Hakim ve Rahim gibi sıfat ve esması; muhit, hudutsuz, şeriksiz olduğu için onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise, hakiki nihayet ve hadleri olmadığından farazi ve vehmi bir haddi çizmek lazım geliyor. Onu da enaniyet yapar. Kendinde bir rububiyyet-i mevhume, bir malikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder; bir had çizer. Onun ile muhit sıfatlara bir hadd-i mevhum vaz'eder. "Buraya kadar benim, ondan sonra O'nundur" diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücükler ile, onların mahiyetini yavaş yavaş anlar. Mesela: Daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Halikının rububiyyetini anlar ve zahiri malikiyyetiyle, Halıkının hakiki malikiyyetini fehmeder ve "Bu haneye malik olduğum gibi, Halık da şu kainatın malikidir." der ve cüz'i ilmiyle O'nun ilmini fehmeder ve kesbi san'atçığıyla O Sani-i Zülcelal'in ibda-i san'atını anlar. Mesela: "Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş" der. Ve hakeza... Bütün sıfat ve şuunat-ı İlahiyyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfat ve hissiyat, enede münderiçtir. Demek ene, ayine-misal ve vahid-i kıyasi ve alet-i inkişaf ve mana-yı harfi gibi; manası kendinde olmayan ve başkasının manasını gösteren, vücud-u insaniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyet-i ademiyyetin kitabından bir eliftir ki, o elifin "İki yüzü" var. Biri, hayra ve vücuda bakar. O yüz ile yalnız feyze kabildir. Vereni kabul eder: Kendi icad edemez. O yüzde fail değil; İcattan eli kısadır. Bir yüzü de şerre bakar ve ademe gider. Şu yüzde o faildir, fiil sahibidir. Hem, onun mahiyeti, harfiyedir; başkasının manasını gösterir. Rububiyeti hayaliyedir. Vücudu o kadar zaif ve incedir ki; bizzat kendinde hiçbir şey'e tahammül edemez ve yüklenemez. Belki, eşyanın derecat ve miktarlarını bildiren mizan-ül-hararet ve mizan-ül-hava gibi mizanlar nev'inden bir mizandır ki, Vacib-ül Vücud'un mutlak ve muhit ve hudutsuz sıfatını bildiren bir mizandır.İşte, mahiyetini şu tarzda bilen ve iz'an eden ve ona göre hareket eden $ beşaretinde dahil olur. Emaneti bihakkın eda eder ve o ene'nin dürbüniyle, kainat ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü görür ve afaki malumat nefse geldiği vakit, ene'de bir musaddık görür. O ulum, nur ve hikmet olarak kalır. Zulmet ve abesiyete inkılab etmez. Vaktaki ene, vazifesini şu suretle ifa etti; vahid-i kıyasi olan mevhum rububiyetini ve farazi malikiyetini terkeder. Hakiki ubudiyetini takınır. Makam-ı "ahsen-i takvim"e çıkar.Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mana-yı ismiyle baksa kendini malik itikad etse; o vakit emanete hiyanet eder. $ altında dahil olur. İşte bütün şirkleri ve şerleri ve dalaletleri tevlid eden enaniyetin şu cihetindendir ki, semavat ve arz ve cibal, tedehhüş etmişler; farazi bir şirkten korkmuşlar. Evet ene ince bir elif, bir tel, farazi bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşvünema bulur; gittikçe kalınlaşır. Vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel'eder. Bütün o insan, bütün letaifiyle adeta ene olur. Sonra nev'in enaniyeti de bir asabiyet-i nev'iye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip, o ene, o enaniyet-i nev'iyeye istinad ederek, şeytan gibi, Sani-i Zülcelal'in evamirine karşı mübareze eder. Sonra kıyas-ı binnefs suretiyle herkesi, hatta herşeyi kendine kıyas edip, Cenab-ı Hakk'ın mülkünü onlara ve esbaba taksim eder. Gayet azim bir şirke düşer...Evet, nasıl miri malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir. Öyle de: "Kendime malikim" diyen adam, "Herşey kendine maliktir" demeye ve itikad etmiye mecburdur.İşte, ene, şu hainane vaziyetinde iken; cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir. Çünki duyguları, efkarları; kainatın envar-ı marifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulmadığı için, sönerler. Gelen herşey, nefsindeki renkler ile boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse; nefsinde, abesiyet-i mutlaka suretini alır. Çünki şu haldeki ene'nin rengi, şirk ve ta'tildir, Allah'ı inkardır. Bütün kainat parlak ayetlerle dolsa; o ene'deki karanlıklı bir nokta, onları nazarda söndürür; göstermez. S.)

enansiyopati

  1. Mevcut hastalığın iyileşmesini sağlayan hastalık.
  2. (en)Enantiopathy.

enantem

  1. İnfeksiyöz orijinli eritemler mukozalarda görüldüklerinde enantem adı verilir.
  2. Birçok hastalık durumunda ortaya çıkan kırmızı lekeler.
  3. (en)Enanthema.

Türetilmiş Kelimeler (bis)

enansiyopatienantemenantimorphenantiomerenantiomerism
Yorumunuzu ve bilginizi paylaşın