Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı
Örnek:
Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu. P. Safa
En arkada bulunan.
Artık ondan ötesi veya başkası olmayan
Örnek:
Son atlıkarıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm. H. A. Yücel
Uç, sınır.
Olanca
Örnek:
Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı. M. Ş. Esendal
Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet, akıbet.
Olum.
Etene.
Etene.
Bk. eş
Male child; the male issue, or offspring, of a parent, father or mother.
Male descendant, however distant; hence, in the plural, descendants in general.
Any young male person spoken of as a child; an adopted male child; a pupil, ward, or any other young male dependent.
Native or inhabitant of some specified place; as, sons of Albion; sons of New England.
The produce of anything.
One important form the the merging of African and Spanish influences resulted in, it is the root of most familiar styles of Afro-Cuban dance music A blend of the music of the spanish farmers and African slaves, it is believed to have originated in Oriente toward the end of the 19th century It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, a marimbula and a botija The more urban style played in Havana at the beginning of the century became a national style in 1920.
Cuban dance similar to the Bolero except that it is wilder in rhythmic accent and more violent in step pattern It is the Son which first served as a basis for the Mambo which in turn became the triple Mambo, now known as Cha Cha This slow rhythmic dance was originally in 2/4 time It became Americanized and is usually played in 4/4 time.
The SON is the number issued by the local exchange carrier to confirm the order for the ISDN service It provides a matching number for cross referencing the order to the phone company.
Missionary for whom one acted as trainer.
Summary of Need.
Final.
Last.
Ultimate.
Late.
Latest.
Latter.
Bedrock.
Close.
Conclusive.
Definitive.
Farewell.
Finishing.
Full.
Recent.
Supreme.
Terminal.
Ending.
Finish.
Extremity.
Result.
İssue.
Outcome.
Conclusion.
Afterbirth.
Curtain.
Bottom.
Breakup.
Closure.
Crucial.
Death.
Doom.
Expiration.
Extreme.
Fate.
Sequel.
Termination.
Jesus Christ, the Savior; called the Son of God, and the Son of man.
The divine word of God; the second person in the Trinity a male human offspring; 'their son became a famous judge'; 'his boy is taller than he is'.
Limit.
Terminus.
Conclustion.
The most recent.
Placenta.
Wind-Up.
Resultant.
Upshot.
Tailing.
Closing.
Dead-End.
Foxtail.
Stop.
Male human offspring; 'their son became a famous judge'; 'his boy is taller than he is'.
The divine word of God; the second person in the Trinity.
The son is perhaps the oldest and certainly the classic Afro-Cuban form, an almost perfect balance of African and Hispanic elements Originating in Oriente province, it surfaced in Havana around World War I and became a popular urban music played by string-and-percussion quartets and septetos Almost all the numbers Americans called rumbas were, in fact, sones 'El Manicero' was a form of son derived from the street cries of Havana and called a pregon The rhythm of the son is strongly syncopated, with a basic chicka-CHUNG pulse.
Male child, as in: He brought his son and daughter to work today to teach them about our industry.
Abbr Service Order Number.
The Son is the Source of Reason, LOGOS, in the universe There is only one Son, one Reason, one LOGOS, one Christ.
Equals.
An early style of Cuban dance music, resulting from the blending of African and Spanish influences; the root of most of the familiar styles of Afro-Cuban dance music It was played by small bands, using guitar or tres, maracas, guiro, claves, bongo, and other instruments.
Birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden her biri, benzer
Örnek:
Çorabın öbür eşini yerden almak için sol ayağını uzatıyordun. Ö. Seyfettin
Karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika
Birlikte yaşayan dişi ve erkek hayvandan her biri.
İkişer kişilik gruplarla oynanan oyunlarda, ortak oynayan iki kişiden her birinin öbürüne göre durumu, partner.
Kuma, ortak.
Arkadaş.
Etene.
Dölütle dölyatağını birbirine birleştiren, doğum sırasında çocuktan sonra çıkan; halk arasında çocuklaeş tutulan, bu nedenle çocuğun yazgısını, karakterini, gelecekteki işini etkileyeceği inancıyla birtakım geleneksel ve büyüsel işlemlerden geçirilen zar.
Bir olayın gününü, ayını ve yılını bildiren söz veya gün.
Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim
Örnek:
Milletler tarihte fatihlerden fazla adillere bağlıdırlar. F. R. Atay
Evrensel tarihin herhangi bir bölümünü ele alan anlatı.
Bir konuyu geçmişi ve gelişimi içinde inceleyen anlatı
Örnek:
Sen bana bir ata yadigârısın, geçmişin tarihini saklayan kutsal bir tomarsın! R. H. Karay
Kitabı.
Dersi
Örnek:
Ertesi gün, tarih imtihanı vardı. Y. Z. Ortaç
İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan, dolu karşıtı
Örnek:
Yaralı kaymakamla iki emir eri de boş kalan kompartımana rahatça yerleştiler. A. Gündüz
Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal.
Yapılacak işi olmayan, işsiz.
Yararsız, nafile
Örnek:
Karamsar olmamak için ne kadar çırpınsak boş. R. H. Karay
İşsiz bir biçimde
Örnek:
Boş oturmak, aylak durmak insanı çabuk çökertir. H. Taner
Verimsiz.
Anlamsız
Örnek:
Babam, kuvvetli bir darbe yemiş gibi şaşkın, boş gözlerle bakakaldı. O. Kemal
Habersiz, hazırlıksız
Örnek:
Tatar dilencinin küfürlerine işte böyle boş yakalandım. O. Pamuk
El kaldırma aletlerinden olup bir ağ torba ve iki sopadan oluşan av aracı.
Abortive.
Bare.
Bubble.
Clean.
Clear.
Desolate.
Uninhabited.
Unemployed.
Absent.
Loose.
Slack.
Unfilled.
Empty net.
Empty.
Blank.
Vacant.
Vain.
Free.
Unoccupied.
Disengaged.
Airy.
Barren.
Bootless.
Captious.
Chimerical.
Desert.
Expressionless.
Fallacious.
Flat.
Without any foundation.
Without foundation.
Frivolous.
Frothy.
Futile.
Gaseous.
For hire.
Hollow.
İdle.
Godforsaken.
İnane.
Null.
Pathological.
Spare.
Void.
Waste.
Unemployed işsiz.
İgnorant.
Useless.
Weightless.
Unfurnished.
Unloaded.
Dead.
Evacuated.
Not filled.
Footle.
(Basic Operating System)
"Basic Operating System (Temel İşletim Sistemi)"; IBMâin, ilk bilgisayarlarda sürücüsüz olarak kullanılan ve artık modası geçmiş işletim sistemi (Bilgisayar)
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
Örnek:
İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal
Gezinilen, ayakla basılan taban
Örnek:
Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu. H. Taner
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
Durum, konum, vaziyet.
Ülke, bölge.
Görev, makam
Örnek:
Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz? M. Ş. Esendal
BİS, bir sözün içinde geçtiği başka sözler bulmak için üretilmiş bir araçtır, özellikle birden çok sözden oluşan çeşitli terim ve deyimleri bulmaya yarar. (BİS Kelime Türetmece)
Belirli harflerini bildiğiniz kelimeleri bulabilirsiniz. (Bulmaca Yardımcısı)